"Benim adım Ethem Sarısülük. Elimde silah yoktu. Polis beni başımdan vurdu ve öldüm. Katilimi serbest bıraktılar."
Düşündüm, düşündüm, düşündüm..
Ethem'in vurulduğu anın videosunu izledim, yine düşündüm.
Çok karışıktı ortalık, insanoğlu karmaşada ne yapacağını şaşırır dedim.
Biri sana saldırıyorsa, sen de saldırırsın dedim.
Polis de insan, onu da anlamak lazım dedim.
Anladım da aslında..
Anlamadığım tek şey silahını neden çıkardığı idi.
Sahi, o silahı neden çıkardın?
Sen silahını çıkardın, Ethem öldü..
Ethem'in öldüğü yerden geçmiştim geçtiğimiz Cumartesi. İnsanlar vardı; onun için, adalet için orada olan. İmza toplanıyordu Ethem için; adalet adına. İmzamı verdim, hüzünlü düşüncelere daldım..
Ethem artık yoktu..
Ben yürüyordum Kızılay'ın sokaklarında, başkaları da öyle.
Ama Ethem yürüyemeyecekti..
Ben güneşi görüyordum, başkaları da öyle.
Ama Ethem göremeyecekti..
Su içebiliyordum kana kana, başkaları da öyle.
Ama Ethem içemeyecekti..
Dondurma alıp sallana sallana gezebilecektim oralarda.
Ama Ethem gezemeyecekti..
Bir çiçeğin açışını göremeyecekti artık Ethem, çiçekler mezarında açacak çünkü.
Aradaki farkı görebiliyor mu karar vericiler?
Çiçeğin açışını görmek ile çiçeğin, mezarında açmasının arasındaki farkı..
İşte bunlar ve bunun gibi nice güzelliklerden mahrum bırakıldı Ethem. Ve bütün bu mahrum bırakılmalar yüzünden adalet gerekli.. Sadece adalet..
Bir adam, silahsız bir adamı vurdu ve vurulan öldü.. Bu kadar açık.. Vuran cezasını çeksin.
Adalet, yalnızca muktedirler için işleyen bir mekanizma olmaktan çıksın..
Ve Ethem:
“Ürkek bir serçe gibi eğme başını. Kaldır başını ve dimdik dur. Bu senin değil, ülkemin ayıbı. Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk.”
"Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar'a, ateş hırsızlarına, Ernesto Che Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya."
Aşağıdaki haberleri okuyunca içimdeki umut giderek kök salan ve içimi ışıldatan bir hâl almaya başladı. Her görüşten insan "Ben de buradayım!" demek için parklara gidiyor, konuşuyor; beğenilen cümlelere tepki veriliyor, beğenilmeyenlere ayrı bir tepki veriliyor ve herkes birbirini dinliyor. Meclisimize örnek olacak cinsten vallahi!
Gezi direnişini en baştan itibaren destekledim, eylemlere katıldım, sosyal medyada da ayrıca çalıştım. Hoşuma giden onlarca şey oldu, hoşuma gitmeyenler de oldu. Bir sonuç çıkarılacaksa eğer bu direnişten, o da Türkiye'nin yeni bir döneme girdiği ve bu dönemin kaynaşma dönemi olduğu olmalı. İnanılmaz geliyor belki ama, kaynaştık yahu! Hayko Bağdat, çok güzel ifade etmişti bunu bir tweetinde geçenlerde:
İnsanlar, farklı görüşlere sahiplerdi evet, ama tek bir kimlikle oradaydılar: "İNSAN" kimlikleriyle. Ona da kimlik denirse tabi! Bunun anlaşılmasının neden bu kadar zor olduğunu düşünüyorum zaman zaman.. Her değişen iktidarla beraber, bazı kesimler bir şekilde ötekileştirildi. Bazı kesimler ise mütemadiyen ötekileştirilme hâlindeler zaten. Çok afedersin ama "Senin gibi olmak zorunda mıyım?". Nedir bu kendine benzetme çabaları? Birilerinin askeri, birilerinin yandaşı, birilerinin destekçisi, birilerinin bilmem nesi olarak yaftalama hâlinin esas amacı nedir, neye dayanıyor bu? Ben, eş zamanlı olarak bir sürü şey olabilirim; çocuğumun annesi, sevgilimin sevgilisi, kocamın karısı, annemin kızı, patronumun çalışanı, kardeşimin ablası, Atatürk'e teşekkür eden ama aynı zamanda eleştirebilen biri, dine inanan ama sorgulayan biri, Başbakan'a destek veren ama antidemokratik hareketlerinde karşısında duran biri, Allah'a inanan ama dine inanmayan biri, Kürt, Ermeni, Rum olmayan ama zulüm gördüklerinde onların yanında olan biri,... Bunların hepsi olabilirim, üstelik buna hakkım da var. Kime ne?! Bu eylemlerde, az önce saydığım bütün rollere sahip ben olarak vardım. Daha açık yazmak gerekirse;
- o eylemlerde vardım; çünkü, ben olmamı engellemeye çalıştıklarını farkettim,
- o eylemlerde vardım; çünkü, gördüm ki zulüm var,
- o eylemlerde vardım; çünkü, ben buradayım demek istedim,
- o eylemlerde vardım; çünkü, her türlü ötekileştirmeden bıktığımı farkettim,
- o eylemlerde vardım; çünkü, her türlü nefret söyleminden ne kadar rahatsız olduğumu farkettim,
- o eylemlerde vardım; çünkü, hedef göstermenin ne kadar tehlikeli olabileceğinin bilincindeyim,
- o eylemlerde vardım; çünkü, herhangi birinin kendi ahlak anlayışını bana dayatmasından bıktım,
- o eylemlerde vardım; çünkü, bu toplumun artık bir şeyleri aşması ve saldırmadan tartışmayı öğrenmesi gerektiğine inanıyorum,
- o eylemlerde vardım; çünkü, söyleyeceklerim vardı,
- o eylemlerde vardım; çünkü, kendine benzeyenle kurulan empatinin benimle kurulmadığını farkettim,
- o eylemlerde vardım; çünkü, üzülüyordum,
- o eylemlerde vardım; çünkü, birleşmemiz ve birbirimize destek olmamız gerekiyordu.
Evet, nicedir karşımızdaki anlamaz diyerek anlatmamayı tercih edip, anlatmaya, kendini ifade etmeye çalışmayı; kendimize benzemeyeni dışlamaktan, onun da bize ihtiyacı olabileceğini ya da bizim ona ihtiyacımızın olabileceğini; birbirimizden faydalanabileceğimizi; birbirimize katkı sağlayabileceğimizi unutmuştuk. Birbirimizi aşağılamaktan, hor görmekten; şu zamanda neredeydin, o zaman aklın neredeydi demekten, yan yana durabileceğimizi görmezden gelmiştik; bilerek ve isteyerek yapmıştık üstelik. Halbuki, renkler birbirine karıştığında ancak farklı güzellikler ortaya çıkabiliyor. Birbirine karışmaya olan bu korku nereden peydah oldu? Birbirimize karşı kullandığımız bu pespaye söylemler de nereden çıktı? Pespaye diyorum, çünkü sahiden pespaye.. Bu dilden kurtulmak lazım, acilen..
Yazımın başlığı, eylemler sırasında ortaya atılan sloganlardan sadece birisi. Bence en sevimlilerinden :) Üstelik de doğruluk payı var, en azından benim anladığım şekliyle doğru. Bu bir devrimdi evet, bir arada olabileceklerini unutmuşlara, bir arada olabilmeyi hatırlatan bir devrim. Sahi, siz ne sanmıştınız? Komplo teorilerini bir kenara bırakın artık, yeter..
Çok rica ediyorum, yazdıklarımdan dolayı gocunun..
- Elitist / seçkinci söylem sahipleri: İnanın hiç çekilmiyorsunuz. Koca ülkenin en aydınları, en akıllıları, en okumuşları, en her şeyi bilenleri sizsiniz değil mi? Gülünç oluyorsunuz..
- Dinden dem vurup her türlü zulmü yapanlar, kendisi gizli gizli yaptığı hâlde, gizlemeyen insanları ahlaksızlıkla itham edenler: Samimiyetsizliğiniz her yerinizden dökülüyor, boşuna kandırmaya uğraşmayın. Yaptıklarınızın, vücutta gezinen alkol moleküllerinin, içmiş insana yaptığı etkiyi yapmıyor olmasına duacı olun.
("Haramlar tıpkı içki gibi insanı sarhoş ediyor olsaydı; kimin ayyaş, kimin ayık olduğu o vakit belli olurdu!")
- Sevgili ulusalcılar: Kimseyi indirmek gibi bir niyetimiz yok. Medya yüzünden sizi izlemeye mecbur kalmamız, sizi çok sevdiğimizden, destek olduğumuzdan değil; başka şansımız olmadığındandı. Yoksa bilmiyor değiliz, aklınızdaki çirkinlikleri. Desteğinize teşekkür eder, darbe arzunuzu başka bir boyutta gerçekleştirebilmenizi dileriz.
- Sevgili kemalistler: Mustafa Kemal'in askerleri falan değiliz. Hiç kimsenin askeri değiliz. Atatürk'ü seviyoruz, minnet duyuyoruz ama yeri geldiğinde eleştiriyoruz da. Aklınızı başınıza toplayın; sizce bu, deforme olmuş, özünü kaybetmiş kemalizme ihtiyacımız kaldı mı? Bana göre kalmadı. Ya bunu değiştirin ya da desteklemeyi bırakın. Ha bir de, dikkat ederseniz, yıllarca uyguladığınız toplum mühendisliği çalışmalarını şimdiki iktidar farklı bir tarzda ele aldı; ona da karşıyız, hatırlatayım istedim.
- Sevgili Başbakanseverler: Düşüncem odur ki, Başbakan, çıkıp birini gözlerinizin önünde öldürse, bir bildiği vardır deyip biat edeceksiniz. Kendinize gelin, sadece bir kişi her şeyin en doğrusunu biliyor olamaz. Onu sevebilirsiniz ama bu, onun hatalar yaptığı ve eleştirilmesi gerektiği gerçeğini değiştirmez. Padişahım çok yaşa devri geride kaldı.. Zulüm varsa, karşısında durulur; bu kadar açık..
- Sevgili Başbakan: Yalan söylemeyi, hedef göstermeyi, insanları kendi ahlakınızla yargılamayı, sadece sünni müslümanlara değer vermeyi, dindar nesil yetiştirme hayallerinizi, ötekileştirici ve belaltından konuşmalarınızı, sizin gibi olmayanlara karşı sert tutumunuzu, karar verdik, olacak demelerinizi; hayatlarımıza, otoriter ve benim istediğim gibi olacak ve yaşacaksın diyen bir baba gibi müdahale etmeye çalışan hâllerinizi, dini inancınız yüzünden bizim günahlarımızdan da sorumlu olduğunuz düşüncesini bırakın lütfen. Ben sizin vicdan sahibi olduğunuza inandım hep, ancak, artık bu görüşümü gözden geçirmeye karar verdim. Zira, bunca haksız söylemin sahibi, vicdanlı biri olamaz.
- Sevgili CHP: Allasen bir şeyler üret..
- Sevgili Yiğit Bulut: Seni aklımızdan sildirsek ne güzel olur..
- Sevgili İMG: Ne söylesem eksik kalır..
En son söz:Birbirimize haksızlık etmeyi, birbirmizi itmeyi bir kenara bırakalım ve bu birliğin, bu karışma hâlinin keyfini sürelim, ne dersiniz? Olmaz mı?
Sözlerimi geri alamam
Yazdığımı yeniden yazamam
Çaldığımı baştan çalamam
Bir daha geri dönemem
Akıyorsa göz yaşım kurumasın
Coşup seven gönlümse durmasın
Dost bildik anılarım çağırmasın
Bir daha geri dönemem
Hiçbir kere hayat bayram olmadı ya da
Her nefes alışımız bayramdı
Bir umuttu yaşatan insanı
Aldım elime sazımı
Yine aşınca çayın suyu boyunu
Belki yeniden karşıma çıkacaksın
Göz göze durup bakınca göreceğiz
Neyiz ve nerelerdeyiz
Bilemiyoruz şimdi
Ernö Nemecsek ya da Gezi Parkı Çocukları - 14.06.2013
Sanırım kendimizi doğru anlatamadık ya da siz, bizi anlamak mı istemediniz? Sahi, gerçek olan hangisi? Neyse.. Ben, kendimizi yanlış anlattığımızı varsayarak hareket etmek istiyorum..
Biz, bu eylemleri yapıyoruz çünkü; bizi dinlemiyorsunuz.
Biz, bu eylemleri yapıyoruz çünkü; kutuplaştırıcı ve rencide edici konuşuyorsunuz.
Biz, bu eylemleri yapıyoruz çünkü; herhangi bir başkasının sizin değerlerinize, inancınıza karşı olan hakaret edici bir konuşması karşısında, bunu nasıl söyler derken, kendiniz birçoğumuza karşı hep hakaret ediyorsunuz.
Biz, bu eylemleri yapıyoruz çünkü; güç başınızı döndürdü.
Biz, bu eylemleri yapıyoruz çünkü; aldığınız %50 oyu yanlış yorumluyorsunuz.
Biz, bu eylemleri yapıyoruz çünkü; demokrasinin, çoğunluğun dediğini yapmak olmadığını biliyoruz.
Biz, bu eylemleri yapıyoruz çünkü; artık sıkıldık!
Allah aşkına vicdanlı olun. İnsanlar, kardeşlerini, çocuklarını alıp katılıyor bu eylemlere. Bu kadar kin neden? Bıraksanız da derdimizi anlatsak, olmaz mı yani? Gazdan kafamız kıyak geziyoruz bilesiniz; hiç istemiyorsunuz oysa..
Polis bizi gazlayacağına, ortalığı yakıp yıkan, zarar verenleri toplasa mesela, nasıl olur? Biz siviller önleyemiyoruz, malum..
Peki, her karşı çıkışımızda gaz mı yiyeceğiz böyle?
Yapmayın, etmeyin.. Her şeyin sonlanması tek bir cümlenize bakıyor. Özür dileyin ve kucaklayın.
İnanın, çok yorulduk Sayın Başbakan!
Şiddeti durdurun ve mümkünse danışmanlarınızdan "Padişahım çok yaşa!"cı olanları çevrenizden uzaklaştırın. Alın birkaç tane kafası kıyak genç, bakın o zaman nasıl güzel oluyor her şey!
Gezi Parkı ve sonrasında Türkiye'ye yayılan eylemler nedir, ne değildir?
Nedir?
- Sivil direniş, sivil itaatsizlik, pasif direniş;
- Ağaçlarımıza, parkımıza dokunma diye parkta oturma eylemi yapılarak başlayan bir eylem;
- Sonrasında ortaya çıkan polis şiddeti ile bu şiddete karşı çıkanların Türkiye'nin dört bir yanında toplanmasıyla devam eden eylem;
- Hiçbir parti, oluşum, grup veya siyasi iradenin temsilcisi olarak orada bulunmayanların yaptığı eylem;
- CHP gibi bazı partilerin kendi propaganlarını yapmaya çalıştığı ancak sosyal medya tarafından mitinglerinin iptal ettirilmesi sağlanan eylem ( bkz. Twitter #ChpMitinginiPtalEt );
- Birçok parti mensubunun bayraklarıyla katıldığı eylem;
- Çok fazla sivil insanın katıldığı eylem;
- Tıp öğrencilerinin, doktorların önlükleriyle katıldığı ve yeri geldiğinde yaralılara müdahale ettiği eylem;
- Gazdan etkilenenlere, yorulanlara, yaralananlara evlerini, otellerini, kendi müessesini açanların olduğu eylem;
- Eylemin amacını anlayamamış, sığ zihniyetlerce çevreye zarar verilen eylem;
- Sadece sosyal medya sayesinde toplanan ve Türkiye'nin birçok kesimine yayılan eylem;
- Polisin gaza, suya boğduğu eylem;
- Çokça yaralının olduğu eylem;
- Birçok provakatörün iş başında olduğu eylem;
- Hükümetin, son dönemlerde yapmış olduğu uygulamalara, kısıtlamalara, baskıcılığına, ayrımcılığına (bkz. içki yasakları, 3. köprünün adı, yaşam tarzına müdahale, hedef gösterme,..) karşı yapılan bir eylem;
- Hükümetin neden yapıldığını bir türlü anlamadığı ya da anlamak istemediği eylem;
- Düşüncesi ne olursa olsun, baskıya, şiddete ve yasağa karşı toplumu bir araya toplayan eylem;
- Gülse Birsel'in deyimiyle"Eeeah yetti beaaa!" - DİR.
Ne değildir?
- Bu eyleme katılanlar herhangi bir oluşumun herhangi bir parçası DEĞİLDİR.
- Çevreye zarar verenler bu eylemin bir parçası olmakla beraber asıl amacın farkında DEĞİLDİR. Birçok eylemci tarafından durdurulmaya çalışılmışlardır.
- Bu eyleme katılanlar terörist DEĞİLDİR.
- Bu eyleme katılanlar darbe destekçisi DEĞİLDİR.
- Bu eyleme katılanlar polis düşmanı DEĞİLDİR. Polisin tavrı yüzünden çok sinirlidir.
Gezi Parkı da neresiymiş, kesilecek iki ağaç için mi eylem yapıyor bu insanlar, dertleri neymiş diyorsanız bir kere daha düşünün derim. Çünkü bu eylemler, hükümetin - son dönemlerde iyice artan - "Ben karar verdim, olacak"larına, diktalarına karşı bir başkaldırı, bir "HAYIR!"dır. Basit bir sivil eyleme karşı yapılmaması gerekenler yapıldı Gezi Parkı'nda. Hükümet, bizlerin protesto hakkına sahip çıkmak zorundadır. Demokrasinin gereği budur; kendi işine gelmeyen her şeyi, herkesi gazlatıp susturmak değildir. Demokrasi, herkes içindir. Bu ülke ve SİYASİLER, böyle böyle, sadece kendine demokrat olmamaları gerektiğini öğrenecektir. Hâlâ umudum var benim.